Yüzyıl Dönemeçlerinde Beyoğlu Mekanı: Bir Yapının Öyküsü, Bir Sokağın Öyküsü

Öykü, özgün adı “Appartement des Soeurs Garde-Malades” – Hastabakıcı Hemşireler (Rahibeler) Apartmanı olan binanın restorasyon projesi çevresinde gelişti. Var olduğunu üzerinde çalışılmaya başlanan proje vesilesiyle ve görsel hafızamız dolayısıyla bildiğimiz, ancak yaklaşık kırk yıldır depo olarak verimsiz bir kullanıma sahip bir yapıyı yeniden işlevsel kılıp kılamayacağımız sorusu, projenin teknik aşamalarıyla birlikte öyküsünü de adım adım yaşamamız için başlangıç teşkil etti. Yapıyla ilk karşılaştığımızda zihnimizde bazı soru işaretleri de oluşmaya başladı. Biz de çoğu mimarın ciddi restorasyon projelerinde yaptığı gibi, hem yapının fiziksel geçmişini anlamak, hem de yapım tarihini ve bunun arkasında yatan hikâyeyi anlayıp buradan tasarıma veriler oluşturabilmek için iz sürmeye karar verdik; dolayısıyla bu hikâyenin hem fiziksel arkeolojisini, hem de kentsel ve sosyal arkeolojisini olabildiğince açığa çıkarmaya niyetlendik.

Binanın, “hastabakıcı hemşireler” anlamına gelen Fransızca adı, bir konut için pek sık rastlanmayan bir isimdi. Dini bir aidiyeti, dini bir geçmişi, belki bir hayırseverlik öyküsünü anımsatan bu başlığın nereden geldiği sorusu akıl çeliciydi. İstiklâl Caddesi’nde Postacılar Sokağı’ndan aşağı inip Yeni Çarşı Caddesi’nden Tomtom Kaptan Sokağı’na geldiğinizde İtalyan Konsolosluğu’nu sağınızda bırakınca karşınıza çıkan, yol üzerindeki bu yapı, ana kapıdan içeriye girildiğinde Beyoğlu ve İstanbul apartmanlarında pek alışık olunmayan bir tür pasaj karakteri taşıyordu: Yukarıdan aydınlanan dar bir orta giriş holü, bu holün sağında ve solundaki dairelerin hole açılan pencerelerinin birbirine baktığı, 19. yüzyıl envanterlerinde ve apartmanlar konulu çeşitli araştırmalarda sık rastlanmayan, çok tipik sayılmayacak bir şema: Bir katta ortadaki holün sağında ve solunda bazen tek, bazen çift daireler, buna karşılık  ön cepheye süreklilik kazandıran lineer bir odalar gelişimi tipik bir apartman şeması oluşturmadığından başka olasılıkları da akla getirmekteydi. Konut, hastabakıcı hemşirelerin (rahibelerin) hizmet verdiği bir yaşlılar yurdu, hastane veya bakımevi olarak mı kullanıldığı olasılıklarını çağrıştıran  bu bina, ismi, tipolojisi, her şeyiyle sorular içeren bir yapıydı.

Yapının akla sorular getiren bir başka özelliği ise konumu olmuştu: Karşısında İtalyan Konsolosluğu, daha ileride Rus Sarayı ve arkada Fransız Sefareti (Palais de France) kompleksi, daha ötede Hollanda misyonu, arada İspanyol Terra Sancta şapeli ve müştemilatı, onların bitişiğinde İtalyan Santa Maria Draperis kilisesi. Yani bir yabancı misyonlar ve sefaret komplekslerinin ortasında konumlanan bir yapı. Binanın boyutları, inşai ve morfolojik özellikleri yapım tarihinin 19. yüzyıl sonu veya 20. yüzyıl başı olduğuna işaret ediyordu; ancak araştırmanın başında kesin bir bilgiye ulaşmamızı sağlayacak veri ve belgelere sahip değildik. Binayı kırk yıl boyunca mülkiyetinde bulundurmuş olan Ziraat Bankası’nda da -50’li yılların sonunda yapıyı hastaneye dönüştürmek için hazırlatılan yetersiz bazı mimari proje belgeleri dışında- bu konuda herhangi bir belge bulmak mümkün olmamıştı.

Binanın kentsel konumunu ilginç kılan bir başka özellik, Beyoğlu’nun fiziksel topografya, yerleşme dokusu ve sosyal yapı açılarından farklı nitelikteki iki yerleşmesi olan İstiklâl Caddesi ile Tophane, dolayısıyla varsıl ve yoksul katmanlar arasında bir geçiş bölgesinde yer alıyor oluşuydu. İstiklâl Caddesi ile Tünel’deki İsveç Konsolosluğu arasındaki bölgede, birtakım aralıklar-ara sokaklar-çıkmaz sokakları geçip ilerlerken, Santa Maria Draperis kilisesinden sonra sağa, Postacılar sokağına saptığımızda, Hollanda Sefareti’nin ve Hollanda Şapeli’nin duvarını takiben karşımıza çıkan Glavany Apartmanı, varsıl Fransız Glavany ailesinin Beyoğlu’ndaki mülk yapılarından biri olarak bölge için önem taşır. Apartmanın yanından sağa doğru uzandığımızda karşımıza, bugün neredeyse kullanılmayan İspanya Şapeli Terra Sancta’nın sağır duvarı ve kapısı çıkar. Buradan sola döndüğümüzde, aşağıya, Tomtom Kaptan Sokağı’na doğru inen dar bir yoldan ilerleyince önce sağda İtalyan Sarayı’nı ve bahçesini görmeye başlarız. Daha sonra solda karşıdaki Fransız Sefarethane kompleksinin binaları başlar; Hastabakıcı Hemşireler Apartmanı sokak üzerinde, Fransız Sarayı arazisinin bitişiğinde, İtalyan yapılarının karşısında yer alır.. Bu yapıların da ötesinde, on yıl öncesine kadar otel olarak kullanılan ve İtalyan turistlerin rağbet ettiği, ancak bugün kullanılmayan bir bina bulunmaktadır: Otel Dakar-İtalya. Daha ilerideki ‘telefon idaresi’ binasına doğru ilerlediğimizde, 19. yüzyılın son çeyreğinde yapıldığı tahmin edilen başka yapılarla karşılaşırız. Tekrar Batı yönüne dönüp Yeni Çarşı Caddesi’ne doğru yürüdüğümüzde, yine kullanılmayan yanmış bir dizi ve en sonda 16ncı yüzyıl sonlarında inşa edilmiş olan küçük Tomtom Kaptan Camii yer alır. Yapının adı ve konumu, kentin ve semtin denizle, limanla ilişkisini çağrıştırıyordu. Tomtom Kaptan’ın bir bilge kişi ve musikişinas olduğunu da bu vesile ile öğrendik: esas adı Tuttum Abdullah Efendi imiş..

Bu kentsel çevre, sözünü ettiğimiz apartman yapısının oluşum ve yoğun yaşama tarihiyle ve dönemin önemli bulunan diğer yapılarıyla birlikte düşünüldüğünde daha da önem kazanmaktaydı. Söz konusu yapıların inşaat süreci, sahipleri, kullanımları da bu çerçevede önemliydi. Binanın adının Fransızca olması, Beyoğlu’nda dönemin yaygın dilinin Fransızca olmasıyla birlikte düşünülebileceği gibi, buradaki rahibelerin bir Fransız misyonuna bağlı olabileceğini de akla getiriyordu. Bu doğrultuda ilerlemek istediğimizde, başvurulacak ilk kaynak olarak akla gelen Fransız Sarayı’nın, bugünkü Fransız misyonunun ve Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü’nün kayıtlarında bu yapıya ait herhangi bir somut bilgiye rastlayamadık.

Yapının tarihini anlamak ve çağrıştırdığı soruları cevaplandırabilmek için yaptığımız fotoğraf belgesi araştırması sonucunda da çok az fotoğraf bulunabildi. 19. yüzyılın son çeyreğine ait bir fotoğraftan, bu yapının yerinde daha eskiden var olduğunu sonradan öğrendiğimiz sıraevlerin arka cephesini sönük bir imge halinde görme imkânımız oldu. Fransız Sarayı bahçesinden çekilen fotoğraf ile benzer açılardan yapıldığı anlaşılan eski gravürlerde de bu noktada bir zamanlar var olduğu anlaşılan küçük ölçekli yapıların varlığı sezilmekteydi. Başka bir fotoğrafta Beyoğlu’nun üst kesiminin, Grande Rue de Péra’nın daha gelişkin, daha varsıl, daha görkemli mimarisi ve dokusuyla aşağıdaki, Tophane-Fındıklı bölgesindeki ahşap, küçük ölçekli, yoksul, mütevazı yapılar arasındaki farklılık açık biçimde görünüyordu; ancak apartmanı bu bütün içinde seçmek mümkün değildi. Yapının sadece bir ön cephe konsolunu gösteren tek fotoğraf 1910’lara aitti. Bu fotoğraftaki yapıların çoğu bugün fotoğraftaki görünümüyle mevcut değildi. Bu yıllarda bu binalar İtalyan misyonu olarak değil, dönemin egemen gücü ve İtalya’nın da hakimi olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarafından kullanılıyordu. Fotoğrafta görünen nöbetçiler de Avusturya-Macaristan askerleriydi. Bu yapılar bittiğinde karşımıza çıkan küçük çıkmaz sokağın o dönemdeki adı, buranın eski Levanten ailelerinden, 17. yüzyılda mülklerini Venedik Cumhuriyeti’ne hibe eden Testa ailesinden kaynaklı olarak Testa Sokağı’ydı. Venedik – İtalya – Avusturya-Macaristan – Fransız aidiyetleri, uzunluğu yüz metreyi bulmayan bir iç sokak boyunca sıralanmıştı. İlgimizin odağı olan yapı bunların ortasında yer almaktaydı.

Yüzyıl başındaki dokuyu iyi veren, 1946 yılında çekilmiş bir hava fotoğrafında da, yıkılmış kimi yapılarıyla İtalyan kompleksinin, arkada Fransız binalarının ve bugün çoğu yıkılmış, ancak bazı küçük kalıntıları olan ve bütün bu bölgeyi anlamamıza yardımcı olan bazı başka küçük yapıların o yılda henüz mevcut olduğu görülüyordu.

Bölgedeki her yapının ayrıntılarıyla yer aldığı 1932 tarihli sigorta haritalarının hazırlayıcısı olan harita mühendisi Jacques Pervititch’in, harita üzerine “rahibelerin manastırlarının incelenmesine izin vermediği”ne dair bir not düştüğünü dikkati çekiyor: Üzerine not düşülen yapı, apartmanın bitişiğinde yer alan ve bugün yıkılmış –ya da yanmış- olan ahşap yapı. Yani 1932 yılında rahibeler ve ‘manastırları’ orada. Haritada sözü edilen bina, bugün bazı duvarları kalmış bulunan daha eski bir taş yapının üstüne inşa edilmiş ve bir süre Fransız Postanesi olarak kullanılmış. Haritada apartman yine özgün Fransızca adıyla gösterildiği gibi yer alıyor; bitişik ahşap manastır yapısının üstünde de aynı ad var. Dolayısıyla bulduğumuz küçük yanıtların her biri beraberinde bir yeni soruyu getiriyor: Apartmanın adının kaynağı ne? Apartmanın, rahibelerin ve bitişiğindeki rahibeler manastırının ilişkileri neler? Bu oluşum ve yapıların kronolojik öyküsü ne? Bütün bunlar ve içinde yer aldıkları çevre başka hangi anlamlara işaret ediyor?

Yapımına 1908’de başlanan ve revize edilerek 1922’de son halini alan Société Anonyme Ottomane kadastro haritasında yine binaya ve yanındaki manastır yapısına rastlıyoruz. Mülkiyet belgesine bakıldığında, bugünkü mülkiyetle aşağı yukarı aynı mülkiyet sınırlarının söz konusu olduğu görülüyor. Yüzyıl başındaki Necip haritalarında Fransa ve İtalya mülkleri arasında yine bu yapı görülüyor. 1930’ların Pervititch haritalarından önce bölgeye dair en iyi bilgiyi veren harita belgesi, 1904-1905 yıllarında hazırlanmış yangın haritaları olan Goad haritaları. Ancak bu harita Beyoğlu semtinde bir noktada bitmektedir; zira Tomtom Kaptan sokağından itibaren Tophane ve Fındıklı – Cihangir’e doğru artık ahşap binaların bulunduğu Müslüman bölgesine girilir ve her an yanma tehlikesi içeren bu yoksul bölgede sigorta işleri yapmak anlamlı değildir. Dolayısıyla tarihsel araştırma açısından kritik bir döneme ait olan Goad haritalarında diğer bölgeler için verdikleri sağlıklı bilgilere bu bölge için ulaşamıyoruz. Daha geriye gidildiğinde karşımıza çıkan bir diğer harita ise, 1887-1891 arasında bir Alman mühendisin şehrin emniyet teşkilatı için hazırladığı Huber haritası, belirli bir parselasyon ve yapı ölçeğinde Fransız Sarayı ve İtalyan kompleksini gösterirken, Tomtom Kaptan ile Çukurcuma arasında apartmanı ve arsasını bugünkü haliyle göstermemektedir. Dolayısıyla 1890 başında bu yapı henüz ortada yoktur; yerinde bir dizi sıraev mevcuttur. Bu da olağan bir durum; çünkü Beyoğlu’nda apartmana geçmeden önceki, bağımsız konaklarla apartmanlar arasındaki geçiş döneminin tipik yapısı, kâgir ya da kısmen kâgir kısmen ahşap, bitişik sıraevlerdir. Huber haritasında Fransız Sarayı’nın ölçüleri, planları, bahçe düzeni gerçeğe pek uygun değildir. Dolayısıyla kentin emniyet teşkilatı için hazırlanan ve fiziksel bilgiler açısından genelde çok sağlıklı olmadığı bilinen bu haritanın yapı düzeni değişikliği dışında ayrıntılı bilgi vermediğini söyleyebiliriz.

Abdülaziz döneminde hazırlanmış bir başka kadastral haritada yine Fransız Sarayı’nın altında bir ahşap yapı ve onun devamında bir dizi sıraev görülür. Bu harita ile Huber haritası arasında, evlerin sayısı bakımından bir fark vardır: bu Huber haritasının bir yanlışı değilse, evlerin bir defada değil, belirli bir parselasyon sistemi içinde zaman içinde inşa edildiğinin işareti olabilir. İstanbul’un 19. yüzyıl ortasında yapılmış olan ve Galata ile Pangaltı arasını kapsayan en sağlıklı haritası ise kanımızca 1867 tarihli Ostoya haritası ve buna bağlı 1/500 ölçekli kadastral paftalar. Ostoya haritası hem arazinin topografik yapısını, doğal oluşumunu yansıtır, hem de hayli sağlıklı bir parselasyon ve yapı varlığı bilgisi verir. İlginç olan şey, iki yapı üzerinde yer alan yazılardır. Harita üzerinde, Fransız Sarayı kompleksinin Tomtom Kaptan sokağı girişi köşesinde bir zaman Adalet Sarayı ya da Fransız Mahkemesi olan ama değişik zamanlarda değişik amaçlarla kullanılan yapıyla birlikte, köşedeki Fransız Postanesi yazısı görülür. Postacılar Sokağı’nın adının kökeninde bu Fransız postanesinin varlığını bulmak mümkün; dolayısıyla bu yapının manastır olmadan önce bir süre postane olarak kullanıldığını da söyleyebiliyoruz. Mimar ve tarihçi Paolo Girardelli’nin Osmanlı Bankası arşivlerinde yaptığı araştırmanın sonucu olarak Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü tarafından yayımlanan makalesinden bir zamanlar postane olan bu binanın mimarının Giovanni Battista Barborini olduğunu öğrendik. 1850’lerde İstanbul’a gelerek mülk edinmiş ve müteahhitlik de yapmış, Fossati kardeşler ile de birlikte çalışmaları bulunan 1880’lerde İtalya’ya dönmüş olan bu mimara bir dönem bu binanın mülk olarak verildiğini de aynı kaynaktan öğreniyoruz. Bu yapıyı daha sonra uzunca bir süre manastır binası olarak kullanan Fransisken rahibeler 1910 sonlarında ve 1922 öncesinde muhtemelen manastırlarında bir de okul açmışlardır: St. Joseph.

Harita belgeleri üzerindeki iz sürüşümüz, araştırmayı görsel ve kartografik belgeler üstünde sürdürdüğümüz çerçevede 1860’a kadar gidiyor. Bizim yapımızın tam tarihini bu belgelerden tam olarak saptayamamakla birlikte, tüm bu verilerden hareketle 1890 sonrası ve 1908 öncesini kapsayan 18 yıllık aralıkta inşa edildiğini düşünebiliyoruz.

Bir başka kaynak olan tapu kayıtlarını ve vergi defterlerini incelediğimizde yeni bilgilerle karşılaşıyoruz. Eski tapu kayıtları, bina arsasının kökeninde ‘Eyüp Sultan ve Mihrişah Sultan vakfiyesinin bulunduğunu belirtiyor. 18inci yüzyılda yaşamış olan Mihrişah Valide Sultan Gürcü asıllı ve III Selim’in annesi. Kayıttaki Eyüp Sultan atfı, muhtemelen Mihrişah Sultan’ın Eyüp semtinde inşa ettirdiği imaret ile ilgili. Arsanın bu vakıf ile olan ilişkilerinin kökeni ve mülkiyetin tarih içindeki el değiştirmesi konusunda araştırma sürdürülmedi; ancak tapudaki vakıf aidiyeti şerhi, 2000’li yıllardaki son satış işlemine kadar devam etti. Tapu belgelerindeki bilgileri destekleyen bir diğer önemli kaynak olan vergi defterlerini incelediğimizde ise, çeşitli kayıtlar arasında 1940 tarihinde bu bölgede bina vergisi ödeyen mükelleflerin hesap defterine rastlıyoruz. Belgelerde, 1930’larla 1950’nin sonları arasında Pirioğlu adlı bir ailenin bu yapının sahibi olduğunu görülüyor. “Sefarethaneye aitken…” diye başlayan bir kayıttan, yapının bir zamanlar sefarethaneye ve muhtemelen Fransız Sefareti’ne ait olduğu anlamını okumak mümkün görünüyor: Mihrişah Sultan Vakfı tıpkı daha önce Osmanlı Sarayı’nın sefaret arazisi için yapmış olduğu gibi bu arsayı da Fransız temsilciliğine mi devretmiş? Mülk sefaretten özel kişilerin mülkiyetine nasıl geçmiş? Bu soruların yanıtları bilinmiyor. Araştırmada karşılaşılan bir başka vergi kaydı da 1934 tarihli bir intikalden söz ediyor: Bir Fransız hanımın, yapıyı bu tarihte Pirioğlu ailesine sattığını öğreniyoruz. Tapu kayıtlarının en eskisi olan 1928 tarihli bir kayıt ise, bu kez 34’te mülkü Pirioğullarına satan hanıma o tarihte yapılan satıştan söz ediyor. Hanımın adının Agnès Marthe Nicole olduğu anlaşılıyor. Satış belgesinde rahibe giysisi ile çekilmiş fotoğrafı görülüyor. Tapu kaydı, mülk sınırlarını tanımlarken rahibelerin bitişikteki manastırlarına da atıf yapıyor. Satışı yapanlar, Glavany ailesinin yurt dışında yaşayan bireyleri. Böylece, Beyoğlu’nun tanınmış Levanten ailelerinden Glavany ailesinin İstanbul’dan ayrılıp Fransa ve Belçika’da ikamet etmeye başlayan kimi bireylerinin, üzerlerindeki mülkiyeti, daha sonra apartmanı 1934 yılında bir Türk aileye satan aynı adlı rahibe hanıma devrettiği bilgisine erişiyoruz.

Bu çevrede, yerinde durmayan ya da en azından eskiden olduğu gibi durmayan yapılardan biri, yukarıda değindiğimiz bir zamanlar manastır olarak kullanılan bina. Bugün burada, Pervititch haritasındaki ahşap bina yok. Ancak onun oldukça eski olduğunu gördüğümüz taş bir yapı bölümü ve onun arkasında başka duvar izleri görünüyor: Bunlar, zaman içinde rölöve belgelerine de ulaşılan, haritalarda sınırları görülen üç küçük kargir apartmanın izleri.: Sıra evden apartmana geçişteki bir ara ölçek. Bu değişime, inceleme konusu olan apartman ile ilgili görsel belge ve harita araştırmasında da karşılaşılmıştı. Yakın çevredeki her küçük ayrıntı ve değişim kent tarihine ve semtin kent morfolojisine ait bir yeni bilgi veriyor.

Osmanlı Bankası arşivlerinde incelediğimiz 1868 tarihli Indicateur Constantinopolitain adlı rehberde Fransız Postanesi’ni bulmaya çalıştığımızda, Tomtom Sokağı no 17 Pera şeklinde bir adrese rastlıyoruz. Çeşitli tarihlere ait Annuaire Oriental’lerden (Şark Yıllıkları) 1883 tarihli olanında ise “Tomtom Sokağı ve Posta Sokağı’ndan Yeni Çarşı Caddesi’ne kadar…” şeklinde bir tarif görülüyor ve kapı numaralarının yukarıdan başlayıp aşağı doğru indiği anlaşılıyor. 1890 tarihli Annuaire Oriental postaneye veya herhangi bir dini yapıya atıfta bulunmuyor; 1860’lı yıllara ait eski haritalarda sıraevlerin bulunduğu, sonra yerlerine apartmanların inşa edileceği yerlerde 5-7-11 gibi kapı numaraları görüyoruz. 1892 Annuaire’inde ise ilk kez 7 numaralı binada iki isim görülüyor. Bu isimlerden biri, mal sahibi olarak geçen Vitalis ailesi. Gene aynı numarada, kiracı olduklarını düşündüğümüz hastabakıcı Fransisken rahibe-hemşirelerin adı var. Bu bilgi 1892’de neler olduğu, bu rahibelerin yakınlarında başka kimlerin konuşlandığı sorularını beraberinde getiriyor. Çok yakında, Çukurbostan’da bir Lazarist yetimhanesi olduğunu biliyoruz. Bu yılda bu yetimhaneden veya başka bir yerden ayrılan bir rahibe grubunun yakın konumdaki Tomtom Kaptan Sokağı’na geldiklerini düşünmek mümkün. Çukurbostan’daki misyonun, Abdülaziz’in fermanıyla tahsis edilen arazi üzerine 1860’larda kurulduğu biliniyor. Padişahın bu ihsanının nedeni, Kırım Savaşı sonrasında rahibelerin gösterdikleri yararlılıklar ve Müslüman toplumu içinde yükselen statüleri.

1893-1894 yıllarına ait Annuaire Oriental yine 7 numarada Vitalis adını içeriyor, ancak bu kez rahibeler 19 numarada karşımıza çıkıyor; bu numaranın, eskiden postane olan köşedeki binaya ya da onun bir parçasına ait olduğunu saptıyoruz. 1894 ise İstanbul’da büyük bir deprem yaşanması nedeniyle önemli bir yıl. Bu depremde birçok yer değişiminin yaşanmış olması, bir dini misyonun da, yapıları zarara uğradığından kalabalık toplumuyla bir başka adrese taşınmış olabileceği ihtimalini akla getiriyor. Nitekim daha önce St. Benoit’nın arkasındaki yapıları yangına uğrayan rahibelerin Çukurbostan’a bu felaket nedeniyle taşındıklarını biliyoruz. 1895’teki ve 1897’deki kayıtlarda rahibeleri yine 19 numarada görmeye devam ediyoruz. Yıllıkları izlemeye devam ettiğimizde, 1900’de yine aynı durum söz konusu olduğu görülüyor, ancak daha sonra üzerinde Rahibeler Apartmanı’nın yer alacağı sıraev sayısının azalmaya başladığı anlaşılıyor: bazıları yıkılmaya başlamış olsa gerek. Bir sonraki yıla ait rehberde ise sıraevlerin yerine yeni bir kapı numarası ile tek bir yapının: “Maison des Soeurs Franciscaines”in geldiğini görüyoruz. Bu yapıda dört farklı kullanıcının adına rastlanması ve bu kullanıcıların yıllıkta yer alan kimlikleri artık apartmanda üst bürokratlar ve serbest meslek sahiplerinin toplu yaşamının başladığını gösteriyor ve bu isimler genelde Levantenlere ait. Yıllıkların verdiği bu bilgilerden apartmanın yapım tarihini 1900-1901 ve ilk kullanım tarihini 1901 olarak saptıyoruz. 1909’da apartmanın dokuz dairesinin ve daha sonra onüç dairesinin de kullanıcı adları okunuyor. Kullanıcıların genellikle Fransızlar, İtalyanlar, Avrupalılar ve az sayıda da Rum olduğunu anlaşılıyor. Çevredeki kapıcılar, oduncular vs ise Ermeni, Slav ya da Müslüman ve bunların sayısı Çukur Cuma’ya, Tophane’ye doğru inen sokaklar üzerinde çoğalıyor. 1910’da kullanım özellikleri aynen devam ederken, 1922’ye gelindiğinde bu tarihten sonra yayınına son verilen Annuaire Oriental’lerin sonuncusunda kalabalık bir kullanıcı grubu mevcut. İlginç olan, apartmanlarda genelde kullanıcıların kiracı olması; çünkü isimlerin bir süre sonra yok olduğunu görüyoruz. Varlıklarını sürdüren ama arada dairelerini değiştiren Glavany’lerin ise mal sahibi olduklarını buradan da anlamak mümkün.

Kent araştırmacısı Murat Güvenç’in bu yıllıklardan faydalanarak hazırladığı 1910-1922 tarihlerini kapsayan karşılaştırmalı analitik haritalardan, savaş öncesi ve sonrası dönemde Pera’nın sosyal topografyasındaki değişimleri, meslek gruplarını, etnik aidiyetleri inceleyebiliyoruz. Bu çok değerli verilere göre İstiklâl Caddesi ekseni ve ona açılan kimi sokaklarda 1910’larda yabancılar (Levantenler) ağırlıkta. Etnik gruplar içinde Avrupalılar ile en yakın ilişkiler içinde olan Rumlar, bir biçimde sağdaki soldaki sokaklarda konumlanıyor. Ermeniler ise Taksim’den yukarıda, Pangaltı-Kurtuluş aksında yerleşmiş durumda. 1910’da yabancılardan oluşan eksenin Karaköy’de Yüksekkaldırım’ın bugün vardığı noktadan daha ileriden başlayıp ana eksende devam ettiğini ve ahşap evlerinde yoksul mahallere kadar sürdüğünü görüyoruz. 1910’da İstiklâl Caddesi’nin alt kesiminde serbest meslek ve ticaret erbabı ağırlıktayken, üst kısımlarda ve Ayazpaşa-Gümüşsuyu civarında üst bürokratlar yer alıyor. 1922’de ise işgal ile birlikte, bürokratların yok olduğunu, ticari burjuvazinin tüm ekseni kullanmaya başladığını, ülkeyi ve semti terk eden Avrupalıların yerlerini Rumlara bıraktığını görüyoruz.

Ele aldığımız yapıyı bir rahibenin bir Türk aileye satmış olmasının ve Murat Güvenç’in sosyal ve ekonomik değişim analizlerinin gösterdiği gibi, 1922 kırılmasını yaşayan Beyoğlu’nun yeni mülk sahipleri önce Rumlar, daha sonraları ise yavaş yavaş Türkler olmaya başlar ve bu durum 50’lerde daha da ileri bir noktaya varır. Tanıklığına başvurduğumuz, semtin eski sakini (Glavany Apartmanı kullanıcısı) Giovanni Scognamillo da, 40’ların sonu 50’lerin başında bizim yapımızda da üç Levanten ailenin yaşamayı sürdürdüğünü, diğer ailelerin Türk olduğunu öğrenmemizi sağladı. 1950’lerden sonra süreç ve sosyal topografya bir kez daha değişecek, Rumların kenti giderek terk etmesi ile nüfus Türkleşecek, semtin aşağı mahalleleri ve ara sokakları bir süre bir çöküntü alanı olarak kalacak, bazı kesimleri marjinalleşecek, özellikle 2000’li yıllardan başlayarak ise Beyoğlu ve Galata’nın yeniden itibar kazanmaya başladığı yeni bir dönüşüm sürecine girilecektir. Öykünün kahramanı olan eski Soeurs Garde-Malades Apartmanı da bu süreç sonunda üzerinde yer aldığı sokağın adını taşıyan seçkin bir yeni kimliğe, ‘Tom Tom Suites’ butik konaklama tesisine dönüşecektir.

Bütün bu olaylar, olgular ve ilişkiler, bilinen en eski izleri 18inci yüzyıldan kalma bir Osmanlı vakfından ve Fransız sefaretinden Levanten ailelere ve Fransisken rahibelere, oradan güncel kullanımlara ve Beyoğlu’nun kimlik ve kılıf değiştirme süreçlerine uzanan öykünün bütünü, dönemin çerçevesine ve incelediğimiz yapıya dair bazı yanıtlar verirken, bu yanıtları semte ve kente ait daha genel bilgilerle karşı karşıya getiriyor. Bina, sokak, semt ve kent aynı öykü içinde yeni anlamlar kazanıyor. İsimler, olaylar, tarihler, haritalar, parseller, yapılar ve bunlara ilişkin olarak ulaşılan yanıtlar aynı zamanda yeni soru işaretleri oluşturmakta ve sürülmesi düşünülen iz yollar, binalar, aileler ve dönemler ve mekânlar boyunca daha da uzamakta.

Atilla Yücel

About the Post

The text written by Atilla Yücel in 2005 while the office was designing Tomtom Suites has been published as part of “Duran Herşey Hareket Ediyor – Istanbul Yazıları” (Istanbul Writings) book in 2019

You can order Atilla Yücel’s Book “Istanbul Yazıları” here!

You can visit Tomtom Suites project page here!

Written by: marsarchitecs